14 Temmuz 2011 Perşembe

elveda muhlise hoşgeldin askerlik

Selamlar dostlarım. Bir süredir yazamadım, çok karışık hayatım. Sürekli intiharı düşlüyorum. O kadar kötü şeyler oldu ki anlatsam inanmazsınız. İçim yanıyor dostlar, bir büyüğe dökmek istiyorum içimi. Sigaraya başlamama ramak kaldı ama hayali olmamdan yırtıyorum. Biliyorsunuz en son muhliseyi ailemle tanıştırmıştım. Birkaç yerde de bilmemesi gereken şeyler söylemişti. Bende bir soru işareti oldu tabi bunlar. Çok belli etmeden araştırmaya başladım. Baktım bir şey bulamıyorum falcıları gittim. Hemen hemen hepsinin söyledikleri aynıydı “bu kız senden çok büyük bir şeyler saklıyor.” Ancak başka bir ipucu bulamadım ta ki düne kadar.
Ben yine çiçeklerimi almış evimize gitmiştim. Evet, ayrı eve çıktık onunla. Evet, aileden izin almadım ama konu bunlar değil inanın. Ona süpriz yapmak için kapıyı sessizce açtım. Ayakkabılarımı çıkarıp sessizce içeriye doğru yürüdüm. Amacım çiçeği verdiğimde içine attığım yüzüğü görmesiydi. Evet, ona söz yüzüğü verecektim. Evet, onunla evlenmek istiyorum. Salona girdiğimde orada kimseyi göremedim. Her halde yatak odamızdadır dedim (lütfen bu bölümü fazla kurcalamayın.) Yine aynı sessizlikle yatak odasına doğru gittim. Kapı aralıktı ve içeriden sesler geliyordu. Ne olduğuna bakmak için biraz daha yaklaştım. Baktım ki telefonla konuşuyor yüksek sesli ve ben de biraz dinlemeye karar verdim. Her şey burada koptu zaten. Size aklımda kalanları anlatayım “evet abi. Ragıp tamamen elime düştü, ne istersem yapacak modda. Ondan intikamını o kadar acı alacağım ki bana yaptıkları az kalacak. Bir zamanlar bir köşede unuttuğu Hüsniye olduğumu öğrendiğinde o cehennemi yaşatacağım çaki abi. Sen merak etme sana gerek olmayacak ama bir şey olursa elbette ararım seni.” İşte bu an yıkıldığım andı. O kadar fazla sevdiğim kız aslında balon rüstemi bile geçen azılı düşmanımdı. Yaşadığımız her şey yalandı. Ne yapacağımı bilemedim. Önce onun telefonunu bitirmesini bekledim. Bana düşünme fırsatı versin diye.
Artık onun oyununu bozma vakti gelmişti. Canım ne kadar yanarsa yansın onun da canını yakacaktım. Kapıyı sert bir biçimde açtım. Öyle ki duvara hızlıca çarptı ve yüksek bir ses çıkardı. Telefonu yeni kapatmış olan Muhlise yok hüsniye yerinden zıpladı. Gözlerime baktığı sırada alevleri görmüş olmalı ki bir anda bembeyaz oldu yüzü. “bana her şeyi anlat” dedim emreder bir tonda ve başladı anlatmaya. Güya beni o kadar seviyormuş ki onu terk ettiğimde üzüntüsünden mahvolmuş ve beni başka bir kimlikle tekrardan ele geçirmeye çalışmış. Bunun için sayısız estetik ameliyat olmuş en iyi doktorlar tarafından. Böyle bir olay var mı ya. Hemen kovdum tabi onu. Öldürme isteğim o kadar fazlaydı ki gitmesi onun için en iyisiydi. Yoksa sökülmüş kalbini avuçlarıma alıp yukarıya doğru kaldırmamın görüntüsü hep gözlerimin önündeydi.
Canım o kadar yandı ki bir şeyler yapmam gerekiyordu. Kimseye haber vermeden üniversitelerimde ki kayıtları dondurdum. Üniversiteye gitmek istemiyordum. Şu anda beni disipline edebilecek. Acımı unutmamı sağlayacak tek bir kurum vardı o da askerlikti. Ben de askere gitmeye karar verdim. Hem aradan da çıkardı. Oradan atladım gittim Beykoz askerlik şubesine. Cep telefonumu kapattım, sıraya girdim herkes gibi. Sonra içerideki memura anlattım durumumu. Yaşım tutmuyordu, mevzuatta benimle ilgili bir madde bile yoktu. Hayali hiçbir arkadaş askere gitmemiş miydi sanki. Komutanın yanına çıktım oradan. İkna edemedim onları gerçek olduğuma.
Onlar ikna olmayınca gerçek olduğuma dair bir rapor almam gerekti ve atladım gittim GATAya.  Bir sürü teste girdim. Beyin bilmemnesinden, elektro manyetik bilmemnelere kadar makinelerden geçtim. Ve aldım raporu. Beykoz’dan almışım dersimi bu sefer Maslaktaki askeriyeye gittim. Hemen komutanı sordum, yanına çıkarmadılar beni. Gittim bir binbaşıya anlattım durumumu o beni yolladı bir albaya. Albaya anlattım yolladı beni yarbaya. Yarbaya anlattım askere alamayız dedi seni. Acayip sinirlenmişim ama başladım biz yarbayla tartışmaya. O bana vuruyor ben ona. Baktım ağzı burnu kanadı bunun ama durmadım, kafasına kafasına vurdum (şey yani tam olarak böyle olmamış olabilir,) Bu esnada gürültüyü duyan bir orgenaral geldi yanımıza. Adamın rütbelerine bakınca Samanyolucu gördüm. Dedi gel evladım anlat bakalım derdini. Gittik odasına tabi ben başladım anlatmaya. Komutanım dedim ben vatani görevini yapmak isteyen hayali bir arkadaşım, lütfen yardımcı olun bana. Komutan durdu düşündü bir süre. Sonra dedi ki bana “bu ülkenin birçok hayali düşmanı var. Onlarla savaşmak ister misin?” Elbette komutanım dedim, bunlar benim vatani borcum. O halde dedi 1 ay acemi birliğine gideceksin sonra evine dönebilirsin ancak yeni düşman ortaya çıkıp göreve çağrıldığında geleceksin. Bu şekilde gizli ajan gibi bir şey oldum veya özel kuvvetler gibi.  Şimdi acemi birliğine gideceğim yarın. Bunu kimseye söylemedim beni engellerler diye. Şimdi her şey için çok geç olma zamanı geçtiğine göre hepinize duyuyorum.
Hakkınızı helal edin dostlar hepinizi çok seviyorum. Biliyorsunuz gidip de dönmemek var. Bakalım gerçekten counterdaki gibi miymiş... 

3 Temmuz 2011 Pazar

Muhlise vs aile (tanışma)

Merhabalar sevgili, kadim dostlarım. Bildiğiniz üzere geri döndüm ben. Herkesi teker teker dolaşıp özür dileme şansım olmadı bu yüzden buradan tekrarlamak istedim. Biliyorsunuz gencim, kanım kaynıyor arada böyle fevri davranışlarda bulunabiliyorum. Ancak üzerimde o kadar büyük bir baskı vardı ki anlatamam. Kafayı yiyeceğimi zannettim.  Bir taraftan Muhlise(kız arkadaşım) diğer taraftan ailem üstüme Rıfkıcım bir de Steve Jobs eklenince ne yapacağımı bilemedim. Davranışlarımla, eşek kafamla verdiğim tüm rahatsızlıktan dolayı özür dilerim.  Yalvarırım beni affedin, öyle kızgın kızgın bakmayın bana.
Şimdi başlayalım anlatmaya. Ailemle konuştuk tabi. Bana neden evlenemeyeceğimi anlattılar. Haklılar ama Muhlise de hep baskı yapıyor bana. Giderim diyor, onu kaybetmek istemiyorum. Ailemde aklını başına al yoksa sana küseriz ve hayalini sileriz restini ortaya koyunca elbette maddi varlığımın güvenliği için ailemi seçtim. Dostlar bakın, ben iyi niyetli birisiyim ama çok baskıyı da kaldıramıyorum. Ailemde biraz sert çıkınca zaten dolmuş olan ben kendimi kaybettim. Bir bakmışım samanyolunda eşekleri yediriyorum.
Ailemin söyledikleri çok doğru bunu iyice anladım. Evrenin kervan geçmez it ürümez bir yerinde(yanlış oldu sanırım)yalnız başına oturunca bunu anladım. Aileden daha önemli bir şey yok dünyada. Bu düşünceyle ve gerekirse rest kartlarımla gittim Muhlise’nin yanına. Sakince anlattım durumu ama o pek sakince dinlemedi beni. Yok, efendim seninle evlenmek, hayatımı seninle paylaşmak istiyorum dan tutun da evlenmezsek çeker giderim bir daha asla bulamazsın benilere kadar her çeşit resti gördüm ama bu sefer hakikatten gördüm. Bak kızım dedim ki bir Polat alemdar edasıyla “burada işler böyle yürümez. Ya bu deveyi güdeceksin ya bu diyardan gideceksin.” Yani tam olarak böyle söylememiş olabilirim ama anlatırken birden heyecanlandım işte. Gözlerimdeki ateşi görünce mecburen kabul etti ailemle görüşmeyi.  Evet, bu akşam eve yemeğe davetliyiz. Şimdi gidip giyinmem lazım. Yemekte ne olduğunu da gelince anlatacağım. Offf çok heyecanlıyım ya onu beğenmezlerse.
Buluşma faslı bitti. Bilmiyorum saat kaç. Canım sıkkın biraz sanki ailem beğenmemiş gibi. Bana bir şey söylemiyorlar ama bu işin içinde bir pislik var. En baştan anlatayım şimdi size. Belki neler olup bittiğini anlamama yardım edersiniz. Efendim aldım kız arkadaşımı, giydik cicilerimizi ve tuttuk evin yolunu. Kapıyı çaldık herkes güzel güzel giyinmiş, ev temizlenmiş. Oldukça ciddi bir ortam her ne kadar ailem şakalar yapsa da o soğukluk gidemiyor bir türlü. İlk başta sohbet ettik biraz. Biz konuştuk, ailem sorular sordu. Sonra ailem kendini anlattı biz şunlara bunlara değer veririz diye. Buraya kadar her şey normaldi. Ancak Özlem ablam Muhliseyle nasıl tanıştığımızı sorunca her şey değişti. Çok kolay bir soru. Ortamı ısıtmak için sorulmuş. Ancak öyle bir kastı ki cevap veremedi. Heyecandandır diyeceğim ama bu soruya cevap vermesi lazımdı. Sadece mozambikte bir köyde dedi ama biz mozambikte tanışmadık. Pariste kahve içerken tanışmıştık. Mozambik’te hüsniye ile tanışmıştık, şeytan alsın götürsün tedavülden kaldırsın onu.
Daha sonra yemek bölümü vardı. Annem sağ olsun yine harika yemekler yapmış bize. BU bölümü de kazasız atlattık. Sonra öyle bir an oldu ki Muhlise benim çocukluk fotoğraflarımı görmek istedi bende getirdim işte. Ancak hepsini getirmedim. Sonra Muhlise dedi ki “senin odanda ki çekmecede ki gizli fotoğraflarını da getirsene”. O fotoğrafların orada olduğunu bilme ihtimali yok. Hayır, ailem bile bilmiyor onları. O nereden bilecek. Sadece hüsniye biliyordu. Off lanet kadın ya bir gidemedi başımdan.
Şimdi hatırladım bir de şey olmuştu. Oğuz abim onun ailesinin isimlerini sordu. Normalde isimleri Muhlis ve Enise idi. Ancak babasının ismini Muhsin olarak annesinin ismini Emine olarak söyledi. Elbette ufak bir dil sürçmesi olabilir ama bunlar hüsniyenin ailesinin isimleri. Bu kadar yanlış olur mu yahu. Her yerde karşıma hüsniye çıkıyor. Kadın bildiğin lanetlemiş beni, muska yapmış, pedere okutmuş, kuru fasulyeme okunmuş pirinç atmış evimin duvarına 47 dişi kedi işetmiş.  Her şey çok karışık kafam iyice allak bullak oldu umarım ne olacaksa bir an önce olur.
Ne olur dostlar bana bir akıl verin neler oluyor. Ailem ben üzülmeyeyim diye susuyormuş gibi sanki. Oğuz abim bile nasihat yağmuruna tutmadı beni. L Özlem ablam sevgi dolu bir konuşma yapmadı.  Hayali bilirkişi dede sana bunu sen istedin şimdi yalnız kaldın. “Yalnızlıkta yürürken yanında kimin olacağına değil kimin olmayacağına karar vermelisin. Kimisi seni alır bulutların üstüne çıkartır kimisi alır cehennemin dibine sokar. Şimdi neredesin Ragıp ve bundan kim sorumlu. İyice bir düşün derim ben” dedi ve benim olmayan aklımı iyice yok etti. Size Hayali bilirkişi dede’yi ilerleyen zamanlarda anlatırım. Şimdi uyumalı ve düşünmemeliyim. Ne olur yardım edin.